26 Şubat 2013 Salı

The Devil Wears Prada

Milyonlarca kız bu iş için kendini öldürüyor.



Mutlu bir Merhaba!
Bu filmi bilmem kaç kez izledim, ne zaman bir şey için pes etsem, ne zaman bir şeylerden bıksam, tamam şimdi ne yapacağım desem açar bu filmi izlerim.
Çünkü bu film bana güç verir hep, bir insanın bir amaç uğruna neler yapabileceğini, verdiği kararların doğru olup olmadığını anladığı anda yapması gereken şeyin aslında ne olduğunu direkt olarak yüzümüze çarpan bir film bu.
Bu kadar edebi konuştuğuma bakmayın siz. Film aslında o kadar eğlenceli, o kadar kaliteli, o kadar güzel ki o kadar o kadar.. söyleyecek bir sürü o kadar bulurum aslında. İzlediğimde hiç sıkılmadığım, gülümsediğimi fark ettiğim ve en sonunda evet yapabilirim dediğiniz bir film oldu mu hiç?? İşte benim filmimde bu. En çok sevmemin sebebi ise modaya olan tutkum, Paris aşkım ve Anna Hathaway tabii ki.
Evet moda dedim Paris dedim? Kızlar, izlemeyen varsa lütfen vakit kaybetmeden alın izleyin. Ayıp derim.




Konuya gelelim o zaman...

Endy üniversiteden yeni mezun olmuş, gazeteci olmak uğruna hukuk okumayı elinin tersiyle bir köşeye itmiş, şuanda ise harıl harıl iş arayan bir kızdır. Her yere başvuru yaptıktan sonra şans eseri Runway dergisinde görüşmeye gider. Ve işe kabul edilir! Runway'den söz etmek gerekirse.. Etrafı darmadağın eden, tüm medyayı kasıp kavuran bir moda dergisi bu. Bizim Vogue farz et. Ve en önemlisi ise bu derginin editörünün Miranda Priestly olması. Herkesin hayran olduğu bir kadın bu Miranda. İşin komik kısmı ise, modayla hiç alakası olmayan, sürekli abur cubur yiyen, Miranda'nın ismini bir kez bile duymayan kızımız Endy'nin kalkıp Runaway'de görüşmeye gitmesi. Ve işe alınması. İşte serüven burada başlıyor. Endy'nin Runaway'deki konumu, insanların onunla dalga geçmesi (herkes miu miu, chanel, dolce, takılırken bizim kızımız diz altı etek üzeri kazakla dolaşıyor çünkü.),  Miranda'nın tüm isteklerini yerine getirmek için verdiği çaba, öncelerde işinden nefret ettiği halde sonraları bu işi sevip Miranda'nın baş asistanı olması isteği, fakat sevgilisi ve arkadaşları ile arasındaki sorunlar, kendi kişisel zayıflıkları ve isteklerini gözler önüne seriyor. Tıpkı bizim hayatımız gibi.
Filmi izlediğinizde kaybolabilirsiniz, herkesin de söylediği gibi, milyonlarca kız bu iş için kendini öldürüyor, ki bende kendimi öldürebilirim! ama sonunda durup düşünüyorsunuz ve o defileler, moda haftaları, topuklu ayakkabılar, ceketler, Chanel'ler istediğimiz şeyler mi? İstediğimiz şey defile defile topuklu ayakkabı üzerinde gezip hayatın tüm olumsuzluklarına rağmen asla gardımızı düşürmemek mi? Siz hangisini seçerdiniz?


Bu arada Merly Streep, Miranda rolü ile o kadar özdeşleşmiş ki, o oyuncu değil moda editörü artık gözümde. 

Yine sınırları aşarak eşşek kadar yazı yazdım farkındayım. Yoruldum da, yarın işe 1 saat eksik uyumuş olarak gideceğim ama bu posta değerdi.
Şimdilik size Jimmy Choo'lu günler!
Sanırım benim seçimim belli oldu hahahah! :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder